Bir Yaz Gecesi: Yaman Koray’dan öyküler
Türkiye’de deniz edebiyatı denince akla gelen ilk isimlerden biri de Yaman Koray’dır. Kitaplarında Erdek’i, Karabiga’yı, Şarköy’ü, Marmara Adası’nı, Paşalimanı’nı, Avşa’yı, yani bir bütün olarak Marmara Denizi’ni mekan belleyen Koray, kahramanlarını da genellikle orada yaşayan balıkçılardan, yoksullardan, yaşlılardan ve çocuklardan seçer.
‘Deniz Ağacı’nda Marmara Adası civarında kılıç avına çıkan insanların yaşadığı düşmanlığı ve dostluğu anlatır. (1974’te “Kanlı Deniz” adıyla sinemaya uyarlanmıştır.) Büyük Orfoz’da dünyaya küsen Metin’in (tıpkı Kaptan Ahab gibi) Gökova’da bir büyük orfoza kafayı takmasını konu edinir. ‘Mola’da Narlıköy’de geri kafalılara karşı duran, aşkı uğruna büyük fedakarlıklar yapan Ali’yi görürüz. ‘Sığırcıklar’daysa Erdek’teki mevsimlik zeytin toplama işçilerinin dayanışmasını ve yoksulun yoksula reva gördüğü şiddetin izini süreriz.
Dedalus Kitap, geçtiğimiz günlerde Yaman Koray kitaplarına bir yenisini daha ekledi ve onun vaktiyle daktiloda yazıp bir kenarı kaldırdığı öykülerini kitaplaştırarak okurla buluşturdu. ‘Bir Yaz Gecesi’ adını taşıyan bu 112 sayfalık öykü kitabının, Koray’ın diğer kitapları gibi deniz koktuğu bilmem söylemeye gerek var mı?
‘CAHİLLİK, FUKARALIK, İREZİLLİK, NE DİCEN!’
Toplamda 10 öyküden oluşan ‘Bir Yaz Gecesi’nde okuduğumuz çatışmaları, öne çıkan karakterleri ortak bir temada buluşturmak istersek buna “şiddet” demek daha doğru olur. Pek tabii Koray bu öyküleri tematik bir ortaklık yaratma ihtiyacıyla kaleme almamıştır. Şiddet, ihanet, dalavere onun romanlarında da işlediği genel çatışmalardır.
Bu gözle baktığımızda öne çıkan öykülerinde başında ‘Kum Tanecikleri’ gelir. Ayşe’nin kocası olan balıkçı Ahmet yeni aldığı serpmesiyle yürürken, bir başka balıkçı olan Ömer’le karşılaşır. İkisi de birbirini sevmez. Ömer hem serpmeden hem Ayşe’den sebep ona diş biler. Ayşe de Ömer’le gizli bir aşk yaşadığı için, gün gelir, Ahmet’in kalemi kırılır. Böylece Ömer hem Ayşe’yi hem serpmeyi alır. İkisi de değerlidir Ömer’in gözünde. Öyle ki hangisinin bu cinayetin esas sebebi olduğu gri bir alan olarak kalır.
Şiddetin ve acının, toplumsal utançla birleşip genelleştiği bir diğer öykü de ‘Rüzgârla Geldi’ adını taşır. Koray’ın 1953’te Akşam gazetesinde yayınladığı bu üç parçalı uzun öykü gerçeküstü öğelerle birleştirilir. İlk öyküde yaşça büyük birine gelin olan ve büyükşehirde ev temizliğine giden bir genç kızı görürüz. Kız bir gün cam silerken, camın altına toplanan serseriler onu röntgenlerler. Kız da eteğini kapamaya çalışırken düşüp ölür. Öykünün çatışması kızın ölümü değil, ölümünden sonrasıdır. Etrafına toplanıp toplanıp dağılan kalabalık onu doğru düzgün umursamaz. Koray da zaten öyküyü şöyle noktalar: “Ama galiba hiçbiri, ertesi gün kan pıhtılarını yalayan sıska, uyuz köpek kadar üzülmedi.”
İçlerinde en sevdiğim öykü ‘Bu da Şeytana’dır. Hamza Reis berbat bir havada denize açılır ve şanssızlığına rağmen balıkta ısrar eder. Tuttuğu kadarıyla evine yürürken, peşine düşen bir madrabazın onunla pazarlığına giriştiğini duyar da ses etmez. Nihayetinde balıklara karşılık on iki arşın patiska parası ister. Madrabaz Halil Efendi’yse bunun nedenini “eski bir döşek üzerinde hareketsiz yatan vücudun yanında, katıla katıla ağlayan, zayıf bir çocuğu” görünce anlar.
Kitabın öne çıkan ve belki de en sert öyküsü Encek Dere’dir. Bir samanlıkta tek başına doğurmak üzere olan Fadime acıyla inlerken kocası gelir ve orada doğum sancısı çeken bir köpek olduğunu görür. Köpeği tekmeleyip kovmaya çalışsa da Fadime onu durdurur. Sabaha doğru Fadime de köpekle beraber doğurur ama yoksulluk, cahillik ve çok çocuk sahibi olduklarından ötürü, köpeğin enikleriyle beraber kendi bebeğini de alır, Encek derenin sularına hepsini bir bir atar. Dönüş yolunda arkadaşı Zehra’yı görür. O da enik attığını söyler ama ikisi de kendi bebeklerini boğduklarını gizlerler.
ROMAN VE ÖYKÜ
Yaman Koray aslında bir romancıdır. Hem de 400-500 sayfalık romanlar yazan, kalemini rahat oynatan bir yazardır. Tam da bu sebepten dolayı onun kitapları günlük konuşma diline daha yatkındır, sayfaların hızlı akmasının bir sebebi de budur.
Koray’ın öyküleri de bu ritme sahiptir. ‘Bir Yaz Gecesi’, ‘Rüzgârla Geldi’, ‘Parktaki Kanepe’ adlı, diğerlerine göre daha erken bir zamanda yazılan öyküler bunun habercisidir.
Türkiye’nin ilk balık adamlarından biri olan Koray, ömrünün büyük bir bölümünü denizle iç içe geçirmiş bir yazardır. Hep orayı, oradaki ilişkileri ve çatışmaları yazdığı için de neyi nasıl anlattığını iyi bilir. Zaman zaman tamamen oradaki ilişkilere odaklanır; bütün karakterleri, mekânları, duyguları oraya aittir. Zaman zaman da bu düzene ayrıksı bir karakter sokar. Bu karakter bazen klasik müzik dinleyen, felsefe okuyan erdem timsali biridir, bazen de dışarıdan gelen buldumcuk bir kız.
Zaten o da bunu ‘Yabancılaştığım Dünya’ adlı içdöküm öyküsünde, “Ben insanı, salt insanı yazmak istiyordum. Kendiyle olan çelişkilerini ve doğayı unutmakla, ona sırtını dönmekle yaptığı büyük yanlışı. İnsanın kendini bulmasını ve gerçeğe dönmesini,” diye yazar.
‘Bir Yaz Gecesi’, Koray’ı seven okurların akıllarda tutması gereken bir kitap.
Meraklısına duyurulur!